28 Ağustos 2012 Salı

Bekar ve tembel

Eğer evde yalnızsam, yemek konusunda feci uydurukçu olabiliyorum... Zaten televizyon karşısında yiyeceğim şeyler için uğraşasım gelmiyor.

Son icadım:

Bir adet kabağı alıp, alacalı soyuyoruz. Sonra çinter gibi küçük küçük doğruyoruz. "Çintmek ne la" diyenler için, küçücük küçücük işte. En fazla tavla zarı kadar.

Tavaya alıyoruz, su eklemeden, azıcık zeytinyağı koyarak, ister çevire çevire ister ağzını kapatıp kendi haline bırakıp öylece pişiriyoruz. Sebzeyi diri seviyorsanız pişirirken tuz eklemeyin.

Sonra onu alıyoruz bir tabağa, üzerine yoğurt, üzerine sarımsak sosu. Bu arada sarımsak sosu biz yalnız yaşayanlar için muhteşem bir şey, hem de güzel bir aroma sağlıyor. Tavsiye ederim.

Karıştırdıktan sonra, bir yalnızın buzluğunda her zaman bulunması gereken hazır köftelerimizden alıp, kabağın tavasında kalan yağda onları da pişiriyoruz bir güzel. Yoğurdun üstüne de onu koyalım, mis.

Bunu patlıcanla da yapabiliriz, henüz denemedim ama bence çok güzel olur. Patatesi zaten hiç saymıyorum bile, o zaten olur. Uuu durduk yerde 3 yemek birden oldu bak

Öperim.

23 Ağustos 2012 Perşembe

Ah bir evde olsam...

Bugünlerde yine canım sıkılıyor, yine bir hayatı sorgulama sürecine girdim. Ne zaman böyle sıkıntılarım olsa canım mutfağa dalmak ister, ama hayatımdaki mutfaklar insanı "çağıran" cinsten değil maalesef. Sığma sorunum olan yerlerde çalışmaktan hoşlanmıyorum. Mutfak dediğin düzenli, tezgah dediğin geniş olur. Benimkinde, iki kişi yan yana bile duramıyorsun, elini nereye atsan bir şeye çarpıyor.

Bir evim olmasını zaten her zaman çok istemişimdir, ama o evin mutfağı çok önemli. Mutfağında yemek yenebilen - ve tabii ki yapılabilen-  dolapları yeterli, tezgahı geniş, dışarıyı gören bir penceresi olan, çalışırken daralmayacağım bir mutfak istiyorum. Bir de, mutlaka ama mutlaka, bir bulaşık makinesi. Of şimdi kendi mutfağımı düşününce bile içim sıkıldı. Şöyle izah edeyim, beş kilo alsam ben o mutfağa giremem. Siz daha benden yemek bekleyin.

Yine isyan noktasındayım. Canım günlerdir yemek yapmak istiyor, ama bütün gününü motivasyonsuzluk içinde geçirip akşam 7'de evde oluyorsan yemek filan yapasın da kalmıyor. Onun yerine, "bi halt olamadım lan ben, 'işte budur' diyebileceğim bir tencere dolma bile yapabilmiş değilim" diye bunalıma girip domatesli makarna yiyorsun. E gerizekalı, madem bişey yapamamaktan şikayetçisin, bunun çözümü yapmamaya devam edip koltukta pineklemek midir? Eh, saçma ama durum böyle.

"Hm peki acaba yapabilecek olsaydım, akşam da 7'de değil misal 6.30'da evde olabilseydim, hem kolay hem  güzel ne yapardım?" diye düşünüyorum. Yapamıyorsam da düşünmek hoşuma gidiyor. Şöyle şeyler buldum:

- Bin yıldır filan güveç alasım var. Hem normal tencere gibi olanlardan, hem de "fırın sütlaç" boyu olanlardan. Zaten bir güveç aldın mıydı gerisi geliyor. Mesela, tek ya da iki kişi yaşıyorsanız, porsiyonluk patlıcan güveçler yapılabilir.

El alta mısırözü yağımızı döküverelim, tahminen bir çorba kaşığı yetecektir. Biber salçasını ekleyip karıştıralım, üzerine kuzu kuşbaşımızı ekleyelim. Üzerine domates biber patlıcan, 1-2 diş sarımsak, tuz karabiber, hoop fırına. Dünyanın en leziz kolay yemeği budur.

* Bunu isterseniz, kuşbaşı yerine kıyma ve küp yerine yuvarlak patlıcan dilimleri kullanarak hafif bir patlıcan oturtma yapabilirsiniz. Kıymayla patlıcan arasına soğan da eklemek lazım.

* Üşenmezseniz ve hafif olmasını da istemezseniz, kıymayı önceden soğanla kavurup, yuvarlak patlıcan dilimlerini de azcık kızartır gibi yapıp öyle pişirin.

- Güveç olsun olmasın, patlıcan konusunda şöyle şeyler de mümkün,

* Patlıcanı bir bütün halinde, olduğu gibi fırına atın. O şekilde közlensin. (Bunun teorik olarak mümkün ve uygulanmakta olduğunu biliyorum ama pratik yapmadım, çünkü şu yaşa geldim ama hala fırınım yok!)

Onlar közlenedururken, siz isterseniz kuşbaşı, isterseniz kıyma, isterseniz de tavuk kavurun. Her defasında tekrar etmek ne kadar gerekli bilmiyorum ama, kırmızı etler (aksi belirtilmedikçe) hep kuzu, tavuklar da (yine aksi belirtilmedikçe) hep ızgara tava.

Eti kavururken, içine yeşil ya da kapya biber koyabilirsiniz. Etiniz eğer kırmızıysa soğan ve domates güzel olacaktır, tabii beyazla da olabilir ama bence kırmızıya daha çok yakışıyor. Kekik ve karabiber tüm etlerde banko, fakat tavuk pişiriyorsanız kimyon da güzel olacaktır. (Kimyon ve patlıcan ne alaka gibi durabilir ama bence kimyonun her durumda gideri var.)

Patlıcanları fırından aldıktan sonra, isterseniz, biliyorsanız ve becerikliyseniz onu adeta bir "hünkar beğendi patlıcanı" gibi yapmak sizin elinizde. Ben yapmazdım. Olduğu gibi, soyup tuzlayıp, etini üzerine koyup öyle yemeyi hayal ediyorum.

* Eğer işin içine yine bir güveç katmak isterseniz, yine bunu küçük porsiyonlar halinde güveçlere paylaştırıp birazcık da fırında tutabilirsiniz. Yazın fırında güveç işi yaş da (çünkü soğumuyor) kışın iyi fikir.

* Bir de, kendimizi patlıcan kebap yapar gibi düşünelim. Köfte-patlıcan sırasını borcama ya da yüksek kenarı ve dar bir fırın tepsisine dizelim. Üzeri için, yemeğin miktarına uygun olacak kadar suyu bardağa alıp, o suya salça ve yağ karıştırıp, üzerinde gezdirelim. Yine tuz sarımsak karabiber, olaylar gelişsin.

- Güveç konusunda son olarak, karides güveç var. Çok deli sevdiğim bir şey ama yapılışını görmedim. İçimden bir ses, karides, salça, yağ, domates, baharat, biber ve sarımsağın hepsini güvece koy, ver coşkuyu diyor. Denersem anlatırım.

- Annem bir kere borcama ince halkalar halinde patlıcan, kabak ve patates dizdi, üstüne azıcık yağ gezdirip öylece fırına sürdü. Muhteşem bir şey oldu, üzerine sarımsaklı yoğurt ya da şakşuka sosuyla.

- Bir arkadaşım da, yine borcama karnıbahar ve brokoli koyup, üzerine beşamel sos dökerek fırında pişirmişti. Karnıbahardan öyle bir lezzet beklemezdim.

- Börek yapabiliriz, ister tavada ister fırında. Sistem aynı, yani ben tavada yaparken de aynı sistemi uyguluyorum. Bir kat yufka, araya yağlı sütlü karışım, tekrar yufka vs. Asıl fark, ancak içinde mümkün.

Mesela patlıcanlı börek muhteşem bir şey, yemediyseniz kayıptasınız. Sosisli-mantarlı olabilir. Hatta, mantarı küçük küçük doğrayıp kapya biberle karıştırarak pişirince çok güzel bir harç oluyor. Bunu Anda'yla yapmıştık ama içine soğan koyup koymadığımızı hatırlamıyorum. Sonracığıma, patatesli-kıymalı börek de iyidir, üstelik içini çiğden koyabiliyoruz.  Patatesleri tavla zarı boyutunda doğrayalım, soğanlar da iyice küçük olsun, karabiberli kıymayla karıştırıp yufkanın içine.

Bir de, lor peynir-taze soğan bir börek içi için muhteşem bir fikir. Yaptım, biliyorum, inanılmaz oluyor. Hatta  birinde abartıp yeşil zeytin de doğramıştım ve onu da çok sevmiştim ama siz bana bakmayın, yeşil zeytine gereksiz bir tutkuyla bağlı biriyim ben.

- Eğer dolmayı annenizin tarifine birebir uyarak yaptığınız halde yine de o kadar güzel olmuyorsa, sebzelerin içini tam dolduramıyor olabilirsiniz. Aman pirinç şişip de taşmasın diyerek sebzelerin içini gevşek tutmayı abartırsanız, o dolma güzel olmuyor. Benim hatam bu evet, ama bu hatayı yapmamayı denemek için vaktim ya da enerjim olmadı şimdiye kadar. (Tarifi buralarda bir yerlerde var.)

- Tek ya da iki kişiyseniz çok anlamı yok da, kalabalıksanız mutlaka kısır yapın. Hem acayip puan kazanırsınız, hem de kısır çok doyurucudur, çok çeşit yapmanıza gerek kalmaz.

Bir-iki kişi için anlamı yok evet, yeşillik denen şeyi taneyle satmıyorlar çünkü.

- Ama mercimekli köfte başka. Onun miktarı ayarlanabilir, içine maydonoz koymazsın olur biter.

Mercimekli köfte için, az yapacaksak misal bir küçük bardak mercimeği alıp iki bardak suyla ocağa koyduk mu. Kaynadıktan sonra altını kısalım, her şeyde olduğu gibi. O öyle kendi kendine, adeta bir macun haline gelene kadar kaynasın - bu arada ara sıra kontrol edelim, suyu az gelebilir. Ben ölçmüyorum, suyun yetmediği noktada azar azar su ekliyorum. Tabii kaynar su olacak.

Mercimekler artık eriyip macun gibi olunca, altını kapatıp, sıcakken içine mercimekten biraz daha az miktarda ince (köftelik) bulgur koyuyoruz. Eğer daha önce mercimekli köfte yapmamış ya da yapımında bulunmamışsanız, bu size garip gelebilir ama gerçek. Ben uydurmadım, yerel bir unsur da değil, evet mercimekli köftede yoğun miktarda bulgur bulunur.

Bu karışım (gerçi henüz karıştıramadık çünkü aşırı sıcak) ılıyınca sertleşiyor, biz de kendisini bir tepsiye alıp karıştırıyoruz iyice. Tabii o arada soğanı kavurmuş olmamız lazım, bol biber salçasıyla. Kimyon ve tuzunu ekleyip iyice karıştırdık mıydı, mis gibi mercimekli köfte. (Detaylı ve miktarlı tarifi, yaptığım zaman vericiim.)

- Makarnaları çeşitlendirmek mümkün. Mesela ben tavuklusunu, patlıcanlısını, ton balıklı-mısırlısını, domates-biberlisini, mantar-fesleğenlisini... her türlüsünü çok seviyorum. Makarna deyip geçmeyin, iyi bir sosla gayet başarılı bir ana yemek elde edebilirsiniz.

- Üstelik eğer fırında yaparsanız, bayağı da afili bir yemek olur. Ama onun tarifi aklımda değil, bir ara yapar anlatırım. Yanında da mesela dana biftek iyi gider.

Biftekleri sakın ha sakın dövdürmeyin. Katiyen. Dökme demir tavalarda güzel oluyor ama yoksa şart değil, yağsız teflon tavada ve üzerine tuz serperek pişirmek yeterli. Ben tercihe göre başka baharatların da eklenmesinden yanayım, mesela kekik ne kadar yakışır.

- Patates püresi ve yanına mantarlı et de pişirilebilir. Ama mantarı bir sos haline getirmekten bahsetmiyorum, o zaman işin içine krema giriyor, kremadan hoşlanmıyorum. Eti (yine dana olabilir) iri kuşbaşılar halinde, mantarla birlikte pişirelim. Mantar suyunu bırakacağından su eklemeye gerek yok, biraz yağ ekleyebiliriz. Salça ve domates eklemedim şimdi düşünürken. Ama halka biber güzel olacaktır, ah soğan işini de birkaç arpacık soğanı tüm tüm atarak halledersek... Kekik ve belki azcık fesleğen, bir de pul biber. Beybi.

- Bunun çok benzerini tavukla çok sık yapıyorum. Ama soğan hiç olmuyor, bir de mutlaka salça da ekliyorum. Bugünlerde nasıl olsa yaparım bir ara, o zaman tekrar anlatırım.

Şimdi ise, bu bahsi kapatıp, bizim öğlen karavanasında ne varsa onu yemek üzere mutfağa yollanıyorum. Allahtan yemek seçen biri değilim, yoksa hayatım iyice zorlaşacaktı.

Ama şu fırın makarna yanına biftek olayını tuttum. İyi bir kırmızı şarapla deneyeyim bunu ben, sonuçtan haberdar ederim.

Öptüm,
Göksun.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Aldım verdim ben seni yendim.

Buraya çok uzun zamandır uğramıyorum, çünkü mutfakla pek ilgilendiğim söylenemez. Geçtiğimiz aylarda kafayı zayıflamaya taktığım için, yiyip içtiğime çok dikkat eder olmuştum ve bu süreci yazasım gelmişti, ama yine tembellik ettim.

Mutfak "zor" bir iş, yani zor derken, emek ve vakit istiyor. Gündelik yiyeceklerde bir şey yok, sebze dediğin tencereye atınca kendiliğinden pişen bir şey zaten. Ama nitelikli bir şeyler becermek istiyorsak idman yapmamız lazım, ki o da biz çalışanlar için her zaman mümkün olmuyor.

Bir de sıcak... Yanan ocağın başında pilav kavurmak kadar sinir bozucu ne olabilir?

Fakat yine de, şu "rejim" meselesine bir değineyim. Benim kilo almamın (bence) iki asıl sebebi vardı. Birincisi masa başında çalışıyor olmak, ikinci ise geç saatte yemek yemek. Bu arada aklınıza soru gelmesin, ben ilk defa masa başında çalışıyorum - ve bundan hiç mutlu değilim.

"Tatsız diyetin" sonu. Halbuki abla en fazla 40 beden.
Bunun dışında, zaten çok ağır yeme alışkanlıkları olmayan biri olarak, mevcut diyetlerin hiçbirinin bana cazip gelmemesi normal. Çünkü bunların çoğu, gerçekten kilolu ve disipline ihtiyacı olan insanlara yönelik. Fakat ben kahvedeki kremayı bile ağır bulur ve istemem, pms iken bile bir paket çikolatayı açıp bitirmiş biri değilimdir. Krem şantiyi kaşıklayan insanların rejim günlüğünü okuyup nasıl motive olayım?

Yani o kibrit kutusu kadar peynirler, saman gibi yoğurtlar, adeta elimizde yediğimizin gramını ölçen aletlerle gezmemizi gerektiren birtakım listeler bana uymaz. Uymadı da. Zaten sorun ettiğim şey 38 bedene çıkmış olmaktı; hani "bi 3 kilo fazlası olan kız" var ya o bendim işte. Üç bilemedin dört kilo için, üzgünüm, haftasonu kahvaltımdan olamayacaktım. Olmadım da.

Şimdi, eğer siz de "kilo alınca bir şeye benzedin" denen insanlardansanız ama o benzediğiniz şey hoşunuza gitmiyorsa, her şeyden önce kıyafetlerinize sığmıyorsanız, şöyle yapıyoruz...

- Öncelikle bir hareket alışkanlığı edinmemiz lazım.

Kaytarmak yok. E5 yoğunsa sahilden git.
Ben dışarıda olmayı seven biriyimdir ve bunun çok faydasını gördüm. Kilo vermeye çalıştığım dönemde de havalar henüz bu kadar sıcak değildi, neredeyse her iş çıkışında Mecidiyeköy - Beşiktaş ya da Kabataş yolunu yürüdüm. En kısası Fulya üzerinden, 4 km.'yi bulmuyor. Ama o yol hiç eğlenceli değil ve zaten amacımız da yolun kısa olması değil. En neşeli yol, Osmanbey-Nişantaşı-Teşvikiye hattı. Ana yol üzerinden gider ve sokaklara girip çıkmazsanız, 5 km.'yi bulmuyor olması lazım - aklımda öyle kalmış. Şimdi tekrar bi Google Maps araştırmasına üşendim valla kusura bakmayın olur mu.

Bir de, Taksim-Cihangir-Kabataş hattımız var. En uzunu ama benim en çok sevdiğim. Bu güzergahı tam olarak belirleyemiyorum çünkü her defasında farklı sokaklara girip çıkıyordum. O da herhalde 5-6 km. filandır.

Benim Moda'da oturmak gibi bir şansım var, o yüzden haftasonları da rahatlıkla yürüyebildim. Moda Migros'un oradan Caddebostan'daki paten alanı, tam bir saat sürüyor. Mesafenin 6.5 km. gibi bir şeyler olması lazım. Geri dönmek için Cadde'ye doğru giderken, Suadiye ışıklardan yukarı çıkarsanız, toplamda 8 küsür km. yürümüş oluyorsunuz.

Bu "dışarılar" dışında, tabii ki daha disiplinli ortamlar da gerekiyor. Bunun için bir spor salonu üyeliği edindim ama benimki öyle başınızda hocaların olduğu, bilgilerinizin düzenli olarak alındığı, kendinizdeki değişimi bir rapor halinde alabileceğiniz bir yer değildi. Gidiyorsun, hangi alet boşsa takılıyorsun, havuz da var. Öyle yani, anca Mevla'm kayırıyor. Ben açıkçası elalemin terinin yapıştığı yerlere temas etmekten pek hoşlanmadığım için sadece koşu bandını kullandım. (Böyle "temizlik kaygılı" olduğuma bakmayın, bunun daha az önemli olmayan diğer sebebi en çok kalçama sinir oluşumdur.) Koşmaya fazla dayanabilen biri değilim, nefes alış verişim çocukluğumdan beri düzgün değildir çünkü. Hızlı yürümeli, yokuş çıkmalı, yer yer koşmalı derken bir saati tamamlayıp iniyordum banttan. Sonra, üşenmezsem havuz, üşenirsem ev. Ki eve gidiş zaten tek başına bir spor, mesafe dikkate alındığında.

İşyerinde bütün gün oturduğum için, bu spor bana ilaç gibi geliyordu. Hareket berekettir.

- Tüm bu hareketleri kaydediyor olmak, iyi bir motivasyon sağlıyor.

Eğer bir akıllı telefonunuz varsa, mutlaka Noom Cardio Trainer indirin. Adımlarınızı sayar, mesafeyi ölçer, nereden nereye gittiğinizi haritada gösterir, yaktığınız kaloriyi hesaplar ve bu arada, telefonunuzdaki şarkıları size dinletir. Ben "uygulama kültürü gelişmiş" biri değili fakat Noom gerçekten çok iyi.

- Açlıktan ölürsek, ne mutlu ne de motive oluruz. "Lanet olsun böyle işe!" diyerek yapılan hiçbir işin sonu iyi olmaz.

Minimum fast food pls ltf tşk.
Öncelikle fast food'u bırakalım. Çalışan biri olarak eve giderken yol üstündeki bir yerlere uğrayıp yemek benim için büyük bir kolaylık, fakat sonu iyi olmuyor. Öncelikle bu huyumdan vazgeçtim. Akşam dışarı çıkıyorsak bira filan da içmedim. Ne gerek var.

Şöyle de bir şansım sözkonusu, haşlanmış sebze, yağsız yemek gibi şeylerle aram zaten iyidir. O yüzden, evde kendime yapıp yediğim şeyler benim için hiç sorun olmadı.

Mesela nasıl beslendim,

* Sabahları zaten sadece simit yiyordum, ona devam ettim. Haftasonu kahvaltılarımda da yine özel bir diyet uygulamadım, kahvaltım aynen devam etti.

* Öğlen yemeklerimizi işyerinde yiyoruz, normal sulu yemek çıkıyor. Yanında makarnası ya da pilavıyla filan, bildiğimiz tabldot gibi. Ne varsa yedim ama porsiyon küçülttüm. Makarna ve pilavı çok severim, onları kesemezdim. Ama daha az yedim. Salatadan feragat ettiğim olurdu, etmez oldum. Zaten ekşili - tuzlu şeyleri çok severim, salataya bol ekşiyi basıp tuzu da gömünce, dünyanın en güzel yiyeceklerinden biri oluyor benim için.

"Noooooooo!" (Adeta bir Anakin Skywalker.)
* Akşam meselesi önemli.

Şimdi şöyle, bu herkeste böyle olur mu bilmiyorum, ama spordan sonra bende zaten fazla iştah kalmıyor. Mesela salondan çıkıp eve giderken, yolda 5-6 tane midye dolma yiyip "tamam" diyordum. Ya da Beşiktaş'tan bindiğim vapurda yediğim tost işimi bitiriyordu. Spordan önce alıp çantama attığım ve içinde ızgara sebzeler olan yarım sandviçin yettiği de oldu. Gibi.

Bunun dışında, eğer evde yiyeceksem de yağsız şeyler yapmaya çalıştım. Ama tuzsuz yiyemem, o yüzden tuzdan kısmadım. Mantık şu, yemekleri her zamanki gibi yapıyoruz ama sadece yağı olmuyor.

> Bu dediğimiz patlıcanda çok güzel oluyor. Patlıcanları güveç yapacak gibi hazırlayıp, tencereye atıp, üzerine bol domates ve yeşil biber koyup pişirdiğiniz zaman bence bu gayet güzel bir yiyecek. Su ve yağ eklemiyoruz.

> Yeşil fasulyede ise, tencerenin dibine azcık zeytinyağı dökebiliriz. Ama gerçekten az, zeytinyağının adı olsun yeter. Üzerine soğanımızı doğrayıp koyalım ama kavurmayalım. Kavuracak olursak daha fazla yağa ihtiyacımız var. Çiğden koyduğumuz soğanın üzerine fasulye, üzerine domates, aldığınız fasulye gerektiriyorsa azıcık su, hadi bakalım pişmeye. Şeker atmayı unuttuğum için atmamıştım ben, ama hatırlasam atardım.

> Ah, tavuk o kadar güzel bir şey oldu ki, rejim yapmadığım zamanlarda bile tavuğu o şekilde yemek isteyebilirim...

Öncelikle, tavuğun göğsü insanı beyaz etten soğutur. Ben herhalde bin yıldır filan eve göğüs eti sokmuyorum. Çünkü kuru ve tatsız. Ben ise, o kuruluğa ihtiyaç duyacak kadar kilolu değilim şükür. O yüzden "ızgara tava" olarak satılan kısmı alalım, çok çok daha leziz. Zaten yağsız yapacağız, tavuğun kendi yağından bir şey olmaz.

Izgara tava zaten parça et, istenirse daha küçük doğranabilir. Ben doğramadım. Bir yemek tabağına 2 yemek kaşığı su koydum, bu suya bir yemek kaşığı kadar biber salçası karıştırdım. Bu karışıma bir yemek kaşığı sarımsak sosu, biraz tuz, kimyon, fesleğen ve kekik ekleyerek tekrar karıştırdım. Sonra, tavuk parçalarını yıkayıp bu karışımın içine koydum ve iyice buladım. (Bu arada, tavuk miktarı 200 gr. kadar. Yani üç aşağı beş yukarı 400 gr.'lık bir paket almış ve yarısını yapmıştım.)

Tavukları olduğu gibi tencereye alıp, daha fazla su ve hiç yağ eklemeden, olduğu gibi pişmeye bıraktım. Gerçekten çok leziz oldu.

> İşin beni en çok düşündüren kısmı, makarna ve pilava olan bağımlılığımdı. Ekmek aramam, kahvaltı dışında hiç aramamışımdır. Fakat yemeğin yanında makarna ya da pilav olmayınca benim bir yanım hep eksik kalıyor.  Ben de gidip "kepekli makarna" aldım ve yine yağsız, sadece haşlanmış bir şekilde yedim.

> Haşlanmış sebzeyi zaten severim, o yüzden kabak rendeleyip, o kabağı kendi suyunda şöyle bir çevirip makarnaya karıştırdığım oldu. Güzel de oldu.

> Patates salatası yaptım birkaç kere. Haşlıyoruz, içine domates, soğan, sumak ve kimyon karıştırıyoruz. Hatta bir de yoğurt olursa tadından yenmiyor. Yoğurt koymadığımız zaman beyaz peynir ekleyebiliriz.

> Patlıcan salatasını da listeme aldım. Aslında patlıcanı evde közleyip salatalaştırmak tabii ki en doğrusu, ama ben tembel olduğum için hazırını alıyordum. Domates, soğan, sarımsak, limon, yeşillik, hatta yeşil zeytin derken on numara salata oluyor.

> Öğlen yemeklerinde çıktığı kadar, akşam yemeklerinde ise her defasında yoğurt yedim. Yoğurt konusunda fazla taviz verecek değilim, zaten ara öğünlerimi filan da kesmişim, yoğurdum da mı tatsız olsun? Tikveşli - Altın Kaymak candır. Onun 100 gr.'lık ambalajları çıktı bu sene, akşamları evde yiyeceksem (yani vapur tostu ya da yarım sandviç değil "yemek" günüyse) onlardan bir tane alıp bitiriyordum.

> Bunlar dışında, ben öğün aralarında her zaman acıkmışımdır. Ya da, akşam normal bir saatte yemek yiyip gecenin bir vaktine kadar uyanık kalınca illa ki bir noktada acıkılıyor. Öyle zamanlar için, işyerinde birtakım Form'lar, evde ise Special K bulundurdum. Ama tabii abartmamak lazım, aç kalmayalım dediysek tokluktan ölmenin alemi de yok. Maksat nefsimiz körelsin.

Annem 9GAG kullanıyor olabilir mi?
Netice olarak, mayıs ayının ortalarına doğru dar gelmesine rağmen yine de aldığım 36 beden şort, temmuz başında gaaayet rahat oluyordu. Evde tartı olmadığı için kaç kilo verdiğimi net olarak bilmiyorum, ama artık kıyafetlerim dar gelmiyor.

Ben o kadar uğraştım, kendimi durdurdum, 3-5 gün yaptıktan sonra eski hayatıma aynen geri döneceğim zorlama bir diyet uygulamak yerine yeni bir beslenme alışkanlığı edindim... Bombayı annem patlattı.

"Kilo vermişsin tamam ama sakın daha fazla verme. Yüzün küçülüyor, sincapla fare arası bir şeye benziyorsun."

Bari ne olduğumu tam belirleyeymiş iyiymiş...

Çok sevgiler,
Göksun.