5 Nisan 2012 Perşembe

"Bir de Koço masasında kedi olsam..."

Ya dün şöyle bi'şey oldu, Koray'lar Koço'ya gidiyordu, nezaket gösterip beni de davet etti sağolsun... Ben yok mok derken baktım hala davet ediyor, iyi madem dedim o zaman. Gerçi iyi ki de gitmişim, vaktimiz çok güzel geçti orası öyle de, bilirsiniz o hissi.

Neyse muhabbetimiz bize kalsın, ben yediğimiz içtiğimizi anlatayım...

Koço, İstanbul'a geldiğimden beri duyduğum ama hep "yolundan döndüğüm" bir yerdi. Bir kere annem götürecek oldu, "Ya ne gereği var şimdi..." diye istemedim. Birinde de, Moda'da Sebu Abi'yle karşılaştık, "Koço'ya gidiyoruz gel götüreyim" dedi, "Yok ben arkadaşımla buluşacağım" diye reddettim. Allah'ın hakkı üçmüş, ben dün akşam bunu gördüm.

Burada yazmışlığım var mı hatırlamıyorum, ama ben öyle "süper şık" yerlerden hazzetmiyorum. Yapay geliyor. Ben oraya damak zevki gibi, insanın en "keyfe dönük" arayışlarından biriyle gidiyorum, üstelik rakı-balık yapacağım. Okunuşundan emin bile olmadığım bir "chateaubriand" yiyecek olsam tamam da rakı-balık bu ya. Lütfen samimiyetimizi kaybetmeyelim.

Balığı buralarda yemek lazım.
Koço bu anlamda beklentimi gayet güzel karşılıyor. Bir kere bir Rum mekanı ki bu son derece hoş bir ambians sağlıyor. Ortalık ferah ve nezih. Üstelik karşında uzanan bir deniz var, balık başka nasıl bir yerde bu kadar keyifle yenir ki?

Restoranın altındaki ayazmayı da çok duydum ama gidip bakmadım, bakınca onu da yazarım.

Bu arada, buranın yine benzer bir mekan olan İsmet Baba'dan bazı farkları var. Mesela, İsmet Baba da çok feci güzeldir ama orada kalabalıktan birbirinizi duymakta zorlanabilirsiniz. Bir de daha küçüktür. Koço öyle değil. Hem geniş, hem de daha rahat konuşuluyor. Müzik burada da yok. Şimdi "E rakı balık diyorsun ama müzik yok da diyorsun, bu nasıl iş" demeyin, ben müziğin olmadığını daha biraz önce fark ettim. Sözlük'te Koço'ya bakarken birileri yazmış, "Aaa evet" dedim, "Müzik yok." Bunun şöyle bir getirisi var, rakı muhabbetinin önü açık. Müziğe değil muhabbete dalınıyor, bence kesinlikle daha iyi. Hem böyle olunca kafayı güzelleştirip şarkılara eşlik etmeye çalışan kimse de olmuyor.

Gerçi daha "enseye tokat" ortamlarda müzik aranabilir, ama mesela dünkü masada fasıl masıl olmaması çok daha uygundu. Neticede kafa bulmaya gitmedik, hatta 0,75 dublenin devamını bile getirmedim.

Meze tepsisi aslında bu kadar kalabalık değil.
Gelelim yemeklere...

Mezelerden beyaz peynir, patlıcan ezme, dereotlu kapya biber, kalamar ve güveçte karides aldık. Marullu-domatesli salata zaten masada vardı. Yalnız açıkçası meze tepsisi zayıf gibi geldi, en azından köpoğlu ya da kereviz filan da olsa iyiymiş. Gerçi ben rakıyı zaten peynirle tüketirim; hele karides güveç ve patlıcan da varsa gerisi teferruat. Ama yine de, "Koço" deyince daha zengin bir tepsi bekliyor insan.

Beyaz peynir çok güzel. Peyniri beğenmeyi bilirim ama tadından teşhis etmeyi bilmiyorum. Ben "çok güzel, rakıya pek yakışmış, yalnız belki-sanki hafif ağır gibi mi bilemedim..." diyeyim, siz oradan pay biçin.

Patlıcan ezme dediğimiz şey, basit gibi görünüyor ama "aşçının kabusu" olabilecek bir meze aslında. Mesela Kandilli'de Suna'nın Yeri'nde yediğim patlıcan ezme kadar kötüsünü zor bulurum, beyazlatmak için basmışlar sodayı... Olmamış tabii. Neyse bu güzeldi. Sütlü gibi-kremalı gibi bir tad alıyoruz ama şikayetim yok, kararmamış, sodalanmamış, acılaşmamış, daha ne olsun.

Biberli mezeden almadım, biber sevmiyorum. Koray da dereotlu diye yemedi, ona da soramıyorum o yüzden.

Kalamar güzeldi, yani çok öyle süper bir olayı yoktu ama iyiydi. Zaten birkaç saat önce Uğur'la Asmalımescit-Hardal'da yediğimiz (aslında yiyemediğimiz) korkunç kalamardan sonra Koço'dakini beğenmezsem çarpılırım... Yalnız sosu çok fazla sarımsaklıydı, tamam sarımsak candır ama abartmayalım.

Ah o karides güveç... Ah... İşte Koço'ya, her şeyi bırak, yok bir İstanbul klasiği, yok Rum meyhanesi, balığı güzel, manzarası var... Tüm bunları bir kenara koy, sırf bu karidesin hatrına gidilir. Evet.

"Fırın sütlaç boyu" güveçte geliyor. Mantar, domates, biber, karides ve üstünde erimiş kaşarla. Abi bunu yiyin ya başka hiçbir şey demiyorum.

Balıklarımız, bir tekir tava ve bir hamsi ızgaraydı. Tekir zaten iltifata ihtiyacı olmayan bir balık, bi de tavada, başka bir şey demeye gerek var mı allahaşkına? "Balığın dibi" bir tekir, bir barbun. Gerçi gümüş de bambaşkadır ama o da hiç görünmüyor artık. Ne yapalım, eldeki tekir daldaki gümüşten yeğdir.

İşte o hamsi. Ama bizimki daha güzeldi.
Neyse ben yine absürtleşmeye başladım, tekirler tazeydi ve güzel kızarmıştı. Bir tek kafasını ayırıp gerisini olduğu gibi ağzıma attım. Gerçekten bak.

Hamsi konusu şöyle, bence bu konuda beni ciddiye alabilirsiniz... Çünkü ben normalde hamsinin son derece "abartılmış" bir balık olduğunu düşünürüm. Hadi Kardenizlisindir ve hayatın hamsiyle geçmiştir, kabul. Ama levrek, tekir, çupra, barbun, lüfer, istavrit, sarıkanat... bilen insanlarız, hamsi nedir?

Derken bir hamsi geldi... Allah sizi inandırsın, aç olsam tabağıyla yerdim. Izgara yapmışlar ama buğulama gibi olmuş, adamlar balığı o kadar "kurutmamış." Parmak kadar hamsi, adeta olmuş bir biftek.

Bundan sonra, Koço benim için karides güveç ve hamsi demektir. Hadi karidesi evde de yaparsın ama, o hamsi, başka yerde zor...

Üç kişiydik, bir de küçük Yeşil Efe içtik. Ah unutuyordum, iki de bol kaymaklı ekmek kadayıfı yendi. Ben şerbetli tatlı sevmem, o yüzden zaten tatlı istesem de bitiremeyecektim, ama tadına baktım. Gayet güzeldi. Kaymağı da gayet boldu.

Hesabı görmedim, ama 200 lira verilip üstü beklenmedi.

Sonra iyi akşamlar dileyip ayrıldık, kalbim karides güveçte kaldı...

*
Sonradan eklenen not: Yukarıda İsmet Baba'yı müzikli mekan gibi yazmıştım, meğer yanlış hatırlıyormuşum, orada da müzik yokmuş. Düzeltme için gxl'ye teşekkürler.

3 yorum:

  1. geçen hafta, kafayı kırmaya ramak kala, ayvalık'a gittik bir arkadaşımla.
    rakı ile samimiyetim yeni daha, ala biraz barıştırdı beni.
    Demem o ki, deniz ise deniz, meze ise meze, peynirse peynir... 2 kişi adam başı 200 liraya 2 gün yiyip içtik, yol yaptık
    ve bir kez daha fark ettim ki koço moçu hepsi hikaye olmuş artık

    ayvalık şehir klübünün restaurantı diyeyim sana
    git diyeyim
    hatta hemen git diyeyim
    kalamar kalamar olalı böyle olmamıştır
    ahtapot... ah o ahtapot...

    YanıtlaSil
  2. ya zaten bir sahil kasabasını şehirle kıyaslamak şehre haksızlık, sahil kasabasına ayıp olur :)
    hele ki ayvalık... :)

    geçen nisanda bir duruşma için gitmiştim, bak sen diyince düşündüm de, tam bir sene olmuş... aa hatta onun albümünü imgur'a koyayım ya bak iyi oldu hatırladığım.... :)))

    gezip dolaşayım derken yemek yiyememiştim ama bahsettiğin yeri görüp "not etmiştim" zaten :) ama mümkün olmadı. öngörülebilir bir gelecekte de mümkün değil gibi.

    ama gidersem mutlaka deneyeceğim. teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil
  3. seneelrin koçosu dersin
    ne bileyim, dondurulmuş kalamarları dayamasın istiyor gönül
    mezesine özensin istiyor
    iyi peyniri arasın bulsun istiyor
    parasında pulunda da değilim
    yapsın istesin ne isterse
    ama oh diyelim, keyif bu diyelim

    YanıtlaSil