8 Ağustos 2012 Çarşamba

Aldım verdim ben seni yendim.

Buraya çok uzun zamandır uğramıyorum, çünkü mutfakla pek ilgilendiğim söylenemez. Geçtiğimiz aylarda kafayı zayıflamaya taktığım için, yiyip içtiğime çok dikkat eder olmuştum ve bu süreci yazasım gelmişti, ama yine tembellik ettim.

Mutfak "zor" bir iş, yani zor derken, emek ve vakit istiyor. Gündelik yiyeceklerde bir şey yok, sebze dediğin tencereye atınca kendiliğinden pişen bir şey zaten. Ama nitelikli bir şeyler becermek istiyorsak idman yapmamız lazım, ki o da biz çalışanlar için her zaman mümkün olmuyor.

Bir de sıcak... Yanan ocağın başında pilav kavurmak kadar sinir bozucu ne olabilir?

Fakat yine de, şu "rejim" meselesine bir değineyim. Benim kilo almamın (bence) iki asıl sebebi vardı. Birincisi masa başında çalışıyor olmak, ikinci ise geç saatte yemek yemek. Bu arada aklınıza soru gelmesin, ben ilk defa masa başında çalışıyorum - ve bundan hiç mutlu değilim.

"Tatsız diyetin" sonu. Halbuki abla en fazla 40 beden.
Bunun dışında, zaten çok ağır yeme alışkanlıkları olmayan biri olarak, mevcut diyetlerin hiçbirinin bana cazip gelmemesi normal. Çünkü bunların çoğu, gerçekten kilolu ve disipline ihtiyacı olan insanlara yönelik. Fakat ben kahvedeki kremayı bile ağır bulur ve istemem, pms iken bile bir paket çikolatayı açıp bitirmiş biri değilimdir. Krem şantiyi kaşıklayan insanların rejim günlüğünü okuyup nasıl motive olayım?

Yani o kibrit kutusu kadar peynirler, saman gibi yoğurtlar, adeta elimizde yediğimizin gramını ölçen aletlerle gezmemizi gerektiren birtakım listeler bana uymaz. Uymadı da. Zaten sorun ettiğim şey 38 bedene çıkmış olmaktı; hani "bi 3 kilo fazlası olan kız" var ya o bendim işte. Üç bilemedin dört kilo için, üzgünüm, haftasonu kahvaltımdan olamayacaktım. Olmadım da.

Şimdi, eğer siz de "kilo alınca bir şeye benzedin" denen insanlardansanız ama o benzediğiniz şey hoşunuza gitmiyorsa, her şeyden önce kıyafetlerinize sığmıyorsanız, şöyle yapıyoruz...

- Öncelikle bir hareket alışkanlığı edinmemiz lazım.

Kaytarmak yok. E5 yoğunsa sahilden git.
Ben dışarıda olmayı seven biriyimdir ve bunun çok faydasını gördüm. Kilo vermeye çalıştığım dönemde de havalar henüz bu kadar sıcak değildi, neredeyse her iş çıkışında Mecidiyeköy - Beşiktaş ya da Kabataş yolunu yürüdüm. En kısası Fulya üzerinden, 4 km.'yi bulmuyor. Ama o yol hiç eğlenceli değil ve zaten amacımız da yolun kısa olması değil. En neşeli yol, Osmanbey-Nişantaşı-Teşvikiye hattı. Ana yol üzerinden gider ve sokaklara girip çıkmazsanız, 5 km.'yi bulmuyor olması lazım - aklımda öyle kalmış. Şimdi tekrar bi Google Maps araştırmasına üşendim valla kusura bakmayın olur mu.

Bir de, Taksim-Cihangir-Kabataş hattımız var. En uzunu ama benim en çok sevdiğim. Bu güzergahı tam olarak belirleyemiyorum çünkü her defasında farklı sokaklara girip çıkıyordum. O da herhalde 5-6 km. filandır.

Benim Moda'da oturmak gibi bir şansım var, o yüzden haftasonları da rahatlıkla yürüyebildim. Moda Migros'un oradan Caddebostan'daki paten alanı, tam bir saat sürüyor. Mesafenin 6.5 km. gibi bir şeyler olması lazım. Geri dönmek için Cadde'ye doğru giderken, Suadiye ışıklardan yukarı çıkarsanız, toplamda 8 küsür km. yürümüş oluyorsunuz.

Bu "dışarılar" dışında, tabii ki daha disiplinli ortamlar da gerekiyor. Bunun için bir spor salonu üyeliği edindim ama benimki öyle başınızda hocaların olduğu, bilgilerinizin düzenli olarak alındığı, kendinizdeki değişimi bir rapor halinde alabileceğiniz bir yer değildi. Gidiyorsun, hangi alet boşsa takılıyorsun, havuz da var. Öyle yani, anca Mevla'm kayırıyor. Ben açıkçası elalemin terinin yapıştığı yerlere temas etmekten pek hoşlanmadığım için sadece koşu bandını kullandım. (Böyle "temizlik kaygılı" olduğuma bakmayın, bunun daha az önemli olmayan diğer sebebi en çok kalçama sinir oluşumdur.) Koşmaya fazla dayanabilen biri değilim, nefes alış verişim çocukluğumdan beri düzgün değildir çünkü. Hızlı yürümeli, yokuş çıkmalı, yer yer koşmalı derken bir saati tamamlayıp iniyordum banttan. Sonra, üşenmezsem havuz, üşenirsem ev. Ki eve gidiş zaten tek başına bir spor, mesafe dikkate alındığında.

İşyerinde bütün gün oturduğum için, bu spor bana ilaç gibi geliyordu. Hareket berekettir.

- Tüm bu hareketleri kaydediyor olmak, iyi bir motivasyon sağlıyor.

Eğer bir akıllı telefonunuz varsa, mutlaka Noom Cardio Trainer indirin. Adımlarınızı sayar, mesafeyi ölçer, nereden nereye gittiğinizi haritada gösterir, yaktığınız kaloriyi hesaplar ve bu arada, telefonunuzdaki şarkıları size dinletir. Ben "uygulama kültürü gelişmiş" biri değili fakat Noom gerçekten çok iyi.

- Açlıktan ölürsek, ne mutlu ne de motive oluruz. "Lanet olsun böyle işe!" diyerek yapılan hiçbir işin sonu iyi olmaz.

Minimum fast food pls ltf tşk.
Öncelikle fast food'u bırakalım. Çalışan biri olarak eve giderken yol üstündeki bir yerlere uğrayıp yemek benim için büyük bir kolaylık, fakat sonu iyi olmuyor. Öncelikle bu huyumdan vazgeçtim. Akşam dışarı çıkıyorsak bira filan da içmedim. Ne gerek var.

Şöyle de bir şansım sözkonusu, haşlanmış sebze, yağsız yemek gibi şeylerle aram zaten iyidir. O yüzden, evde kendime yapıp yediğim şeyler benim için hiç sorun olmadı.

Mesela nasıl beslendim,

* Sabahları zaten sadece simit yiyordum, ona devam ettim. Haftasonu kahvaltılarımda da yine özel bir diyet uygulamadım, kahvaltım aynen devam etti.

* Öğlen yemeklerimizi işyerinde yiyoruz, normal sulu yemek çıkıyor. Yanında makarnası ya da pilavıyla filan, bildiğimiz tabldot gibi. Ne varsa yedim ama porsiyon küçülttüm. Makarna ve pilavı çok severim, onları kesemezdim. Ama daha az yedim. Salatadan feragat ettiğim olurdu, etmez oldum. Zaten ekşili - tuzlu şeyleri çok severim, salataya bol ekşiyi basıp tuzu da gömünce, dünyanın en güzel yiyeceklerinden biri oluyor benim için.

"Noooooooo!" (Adeta bir Anakin Skywalker.)
* Akşam meselesi önemli.

Şimdi şöyle, bu herkeste böyle olur mu bilmiyorum, ama spordan sonra bende zaten fazla iştah kalmıyor. Mesela salondan çıkıp eve giderken, yolda 5-6 tane midye dolma yiyip "tamam" diyordum. Ya da Beşiktaş'tan bindiğim vapurda yediğim tost işimi bitiriyordu. Spordan önce alıp çantama attığım ve içinde ızgara sebzeler olan yarım sandviçin yettiği de oldu. Gibi.

Bunun dışında, eğer evde yiyeceksem de yağsız şeyler yapmaya çalıştım. Ama tuzsuz yiyemem, o yüzden tuzdan kısmadım. Mantık şu, yemekleri her zamanki gibi yapıyoruz ama sadece yağı olmuyor.

> Bu dediğimiz patlıcanda çok güzel oluyor. Patlıcanları güveç yapacak gibi hazırlayıp, tencereye atıp, üzerine bol domates ve yeşil biber koyup pişirdiğiniz zaman bence bu gayet güzel bir yiyecek. Su ve yağ eklemiyoruz.

> Yeşil fasulyede ise, tencerenin dibine azcık zeytinyağı dökebiliriz. Ama gerçekten az, zeytinyağının adı olsun yeter. Üzerine soğanımızı doğrayıp koyalım ama kavurmayalım. Kavuracak olursak daha fazla yağa ihtiyacımız var. Çiğden koyduğumuz soğanın üzerine fasulye, üzerine domates, aldığınız fasulye gerektiriyorsa azıcık su, hadi bakalım pişmeye. Şeker atmayı unuttuğum için atmamıştım ben, ama hatırlasam atardım.

> Ah, tavuk o kadar güzel bir şey oldu ki, rejim yapmadığım zamanlarda bile tavuğu o şekilde yemek isteyebilirim...

Öncelikle, tavuğun göğsü insanı beyaz etten soğutur. Ben herhalde bin yıldır filan eve göğüs eti sokmuyorum. Çünkü kuru ve tatsız. Ben ise, o kuruluğa ihtiyaç duyacak kadar kilolu değilim şükür. O yüzden "ızgara tava" olarak satılan kısmı alalım, çok çok daha leziz. Zaten yağsız yapacağız, tavuğun kendi yağından bir şey olmaz.

Izgara tava zaten parça et, istenirse daha küçük doğranabilir. Ben doğramadım. Bir yemek tabağına 2 yemek kaşığı su koydum, bu suya bir yemek kaşığı kadar biber salçası karıştırdım. Bu karışıma bir yemek kaşığı sarımsak sosu, biraz tuz, kimyon, fesleğen ve kekik ekleyerek tekrar karıştırdım. Sonra, tavuk parçalarını yıkayıp bu karışımın içine koydum ve iyice buladım. (Bu arada, tavuk miktarı 200 gr. kadar. Yani üç aşağı beş yukarı 400 gr.'lık bir paket almış ve yarısını yapmıştım.)

Tavukları olduğu gibi tencereye alıp, daha fazla su ve hiç yağ eklemeden, olduğu gibi pişmeye bıraktım. Gerçekten çok leziz oldu.

> İşin beni en çok düşündüren kısmı, makarna ve pilava olan bağımlılığımdı. Ekmek aramam, kahvaltı dışında hiç aramamışımdır. Fakat yemeğin yanında makarna ya da pilav olmayınca benim bir yanım hep eksik kalıyor.  Ben de gidip "kepekli makarna" aldım ve yine yağsız, sadece haşlanmış bir şekilde yedim.

> Haşlanmış sebzeyi zaten severim, o yüzden kabak rendeleyip, o kabağı kendi suyunda şöyle bir çevirip makarnaya karıştırdığım oldu. Güzel de oldu.

> Patates salatası yaptım birkaç kere. Haşlıyoruz, içine domates, soğan, sumak ve kimyon karıştırıyoruz. Hatta bir de yoğurt olursa tadından yenmiyor. Yoğurt koymadığımız zaman beyaz peynir ekleyebiliriz.

> Patlıcan salatasını da listeme aldım. Aslında patlıcanı evde közleyip salatalaştırmak tabii ki en doğrusu, ama ben tembel olduğum için hazırını alıyordum. Domates, soğan, sarımsak, limon, yeşillik, hatta yeşil zeytin derken on numara salata oluyor.

> Öğlen yemeklerinde çıktığı kadar, akşam yemeklerinde ise her defasında yoğurt yedim. Yoğurt konusunda fazla taviz verecek değilim, zaten ara öğünlerimi filan da kesmişim, yoğurdum da mı tatsız olsun? Tikveşli - Altın Kaymak candır. Onun 100 gr.'lık ambalajları çıktı bu sene, akşamları evde yiyeceksem (yani vapur tostu ya da yarım sandviç değil "yemek" günüyse) onlardan bir tane alıp bitiriyordum.

> Bunlar dışında, ben öğün aralarında her zaman acıkmışımdır. Ya da, akşam normal bir saatte yemek yiyip gecenin bir vaktine kadar uyanık kalınca illa ki bir noktada acıkılıyor. Öyle zamanlar için, işyerinde birtakım Form'lar, evde ise Special K bulundurdum. Ama tabii abartmamak lazım, aç kalmayalım dediysek tokluktan ölmenin alemi de yok. Maksat nefsimiz körelsin.

Annem 9GAG kullanıyor olabilir mi?
Netice olarak, mayıs ayının ortalarına doğru dar gelmesine rağmen yine de aldığım 36 beden şort, temmuz başında gaaayet rahat oluyordu. Evde tartı olmadığı için kaç kilo verdiğimi net olarak bilmiyorum, ama artık kıyafetlerim dar gelmiyor.

Ben o kadar uğraştım, kendimi durdurdum, 3-5 gün yaptıktan sonra eski hayatıma aynen geri döneceğim zorlama bir diyet uygulamak yerine yeni bir beslenme alışkanlığı edindim... Bombayı annem patlattı.

"Kilo vermişsin tamam ama sakın daha fazla verme. Yüzün küçülüyor, sincapla fare arası bir şeye benziyorsun."

Bari ne olduğumu tam belirleyeymiş iyiymiş...

Çok sevgiler,
Göksun.









4 yorum:

  1. 38 beden çok mu yani?

    YanıtlaSil
  2. hayır, söylemek istediğim o değil.
    36 bedenseniz, 38'e çıkınca kıyafetleriniz olmuyor ve bu kilo size fazla geliyor. bu.

    YanıtlaSil
  3. Kac dakka pisiriyoruz izgara tavugu?

    Bir de "makarnanın üstüne kabak rendeleyip, o kabağı kendi suyunda şöyle bir çevirip makarnaya karıştırdığım oldu." paragrafini tam anlamadim. Kabagi rendeledikten sonra neyin suyunda ceviriyoruz? Orayi acar misiniz?

    YanıtlaSil
  4. merhaba, kusura bakmayın ancak cevap yazabiliyorum...

    evet kabak konusunda anlatım bozukluğu yapmışım, biraz sonra düzelteceğim. demek istediğim, kabağı rendeleyip, tavada kendi suyuyla çevirip, sonra onu makarnanın üzerine koymaktı. yalnız kabağı tavaya koyduğumuzda altı kısık olsun, yoksa kabak daha suyunu salmadan yanabilir. ya da isterseniz bir tatlı kaşığı filan su koyabilirsiniz.

    tavuk için dakika tutmadım ama özetle şöyle; altını yine fazla açmıyoruz öncelikle. orta ateşteyken tavuk kendi suyunu salıyor, salınca altını kısıp pişmesini bekliyoruz. suyu bitecek ve tamamen tavuğun kendi yağı kalacak, öyle olunca ocaktan alabiliriz. bu arada tencerenin ağzı kapalı, ya da kapak çok tıngırdıyorsa çok az açık olabilir. eğer tamamen açık bırakırsak su buharlaşıp uçacağından, tavuk pişemeden yanacaktır.

    afiyet olsun :)

    YanıtlaSil