7 Mart 2012 Çarşamba

Zeytinyağlı ve mutlu

- Alo Üsküdar'dan bindim şimdi geliyorum, aç mısın, bişeyler yiyelim mi?
- Olur, ne yiyelim?
- Bilmem, ne yaptın?
- Zeytinyağlı sarma yaptım.
- Ya boşa ümitlendirme beni böyle.
- Valla yaptım.
- Gerçekten mi?
- Gerçekten yaptım.
- E ben sana geliyorum o zaman.
- Gel tabi ki.

*
"Bilmem, ne yaptın?" derken o kadar umarsız soruyor ki, aklında bir şey yapmış olmama dair hiçbir ihtimal yok. Belli ki bir umut var evet, ama "beklenti" değil o. Ama gelmedi. Çünkü "Ya zeytinyağlı dolmayla karın doymaz ki, çorba da sevmiyorsun... Makarna yapayım istersen?" dedim, fakat zaten dışarı çıkacaktık ve Bambi'de karar kıldık. Sarmaları da saklama kabıyla götürdüm.

Güzel olmuş neyse ki.

*
Akşamın saat yedi küsüründe beni marketlere sürükleyip yaprak peşinde koşturan dürtünün adını koyamıyorum. Ama ben mutlu olunca içimdeki ev kızı uyanıyor, böyle de bir gerçek var. Dün de gayet verimli bir gündü mutluluk açısından. Pek çok sebep sayabilirim, fakat en temelinde iki şey var; doktora yalnız gitmemiş olmak ve doktorla eczacıların "Aaa 84'lü müsün, ben seni liseyi yeni bitirmiş filan sanmıştım..." demeleri.

Daha ne olsun allahaşkına. Canlarım ya.

*
Aslında yaprağı Çarşıiçi'nden almalıydım fakat te Moda'nın dibinden oraya gidip geri eve dönmeye üşendim. O yüzden, gittim Migros'tan Berrak markalı yaprak aldım. Fena değildi, ben daha kötü bekliyordum hatta açık söyleyeyim... Ama eğer "bildiğiniz" bir yer yoksa, Berrak denenebilir bence.

Kavanozda 4 ayrı rulo var, onların ikisini yaptım ben, kalanı duruyor. İçini az yaptığım için iki rulo da bitmedi hatta, sonuç olarak iki kişinin bir oturuşta rahaaat rahat atıştıracağı kadar bir sarma çıktı ortaya. O yüzden, siz vereceğim tarifi ikiyle çarpın diyorum.

*
İçini hazırlamaya başlamadan önce yaprakları yıkamamız lazım. Ruloları ayırmaya çalışmak zor bir iş, sakın zorlamayın. Azıcık ayırıp, sıcak suyun altına tutun birkaç dakika. Sonra sıcak su dolu bir kapta beklemeye bırakın. Ben ara sıra suyunu değiştirdim, iyi oldu.

Bir baş soğanı incecik çintelim. Zeytinyağlı yemek bol soğanla güzel oluyor, soğanınız iri olabilir.

Yalnız ben şöyle bir hata yaptım, aslında önce dolma fıstığını kavurup soğanı sonradan koymak gerekiyordu. Soğanlarla fıstığı beraber koydum, fıstık hafif diri kaldı. Siz önce onu kavurun. Bu arada, malum, o fıstık çok pahalı bir şey. Bilginiz olsun, Bağdat marka fıstığın tek poşeti ancak böyle iki tabak sarmaya yetecek kadar bir şey. Sarmanız daha fazla olacaksa ya bütçeniz iyi olsun, ya da az fıstığı göze alın.

Soğanlar kavrulunca bir su bardağı yıkanmış süzülmüş dolmalık pirinci ekleyelim. Çevire çevire kavuralım, o arada baharatlarımızı ekleyelim...

Bi kere tabii ki yenibahar. Ölçmedim ama bir çay kaşığından fazla koyduğumu biliyorum. Çünkü yenibahar aldatıcı bir şey, pirinç çok kararınca "tamam yeter" diyorsun ama pişince bir bakıyorsun ki adeta hiç koymamışsın... Bu konuda elimizi korkak alıştırmayalım derim ben.

Tencere büyük geldi, değiştirdim.
Karabiber, bir çay kaşını kadar.
Nane, keza.

Fazla tuz atmak istemedim, çünkü malum, yaprak tuzlu. Azıcık gezdiriverdim şöyle, maksat pirinç pişerken tuza değmiş olsun.

Ben dün kekik koymadım ama koyanlar oluyor, siz bilirsiniz.
Onun yerine, bir baharat karışımı var, fesleğen ağırlıklı olmak üzere kekikli naneli filan bir şey. Ondan koydum, bir çay kaşığı yine.

Bir de, İstanbul'da nasıl bulunacağını bilemediğim bir Antakya spesiyalitesi var. Kimyon ağırlıklı birkaç çeşit baharat ve çörekotu var içinde. Zeytinyağının üstüne dökmelik bir şey. Ben onu ölümcül severim, öyle ki yemeye kıyamıyorum. Ama mesela Özlem çok hoşlanmadı. Zevk meselesi hep bunlar... Neyse ondan zaten muhtemelen bulamayacaksınız, fakat bulursanız hem her yemeğe koyun, hem zeytinyağına dökün, hem de Allah rızası için bana da alın.
İki tane küp şeker attım bir de.

Şekerler de eriyip karışınca, pirinci ölçtüğüm bardakla su koydum bir ölçü. Kaynayınca kıstım altını, pilav gibi pişirdim.

Pişip dinlendikten sonra, artık sarmaya başlayabiliriz...

Fakat yine de, ne olur ne olmaz, yaprakları birkaç kere daha suya basıp çıkarmakta fayda var. Tüm bu süreç en fazla yarım saat sürüyor çünkü, yarım saatte hangi salamuranın tuzu gidermiş? (Gerçi böyle dediğime bakmayın, öyle bir gitti ki, sarmaların üzerine tuz serptim pişirmeden önce...)

Zeytinyağlı sarmanın içini önceden pişirir gibi yaptığımız için, yaprakları etliye nispeten daha dolu sarabiliyoruz. O yüzden, etli gibi düşünmeyip cimrilik etmeyelim. Saralım dolu dolu, tencereye dizelim. Yalnız dizmeden önce, tencerenin altını yaprakla kaplamak iyi fikir; hem kendi ekşisinin tadını veriyor hem de olur da ocakta fazla tutarsanız tencereye yapışmasını önlüyor. Mesela dün akşam çok işe yaradı bu yöntem.

Dizdikten sonra üzerine zeytinyağı gezdirelim, bir de limon sıkalım. Sarmaların üzerine gelmeyecek kadar su koyalım. Ve en nihayetinde, sarmaların üstüne küçük bir fincan kapağı filan kapatalım. Sarma - dolma yaparken o kapak işi önemli; sebebini bilmiyorum ama öyle. Koymayınca dağılıyor.

Kaynayana kadar orta ateşte, akabinde kısık ateşte pişirelim. Dün ben 35 dakika tuttum ama 30 dakika yeterliymiş, bir iki tanesi çataldan düşecek kadar pişmişti çünkü. Bir de, iyi ki tencerenin altına o yaprakları koymuşum, yoksa sarmalarım yapışacakmış...

Bu benimki değil. Fotoğrafını çekmeyi unuttum.
Zeytinyağlı sarma ilk piştiğinde "içi boş" gibi gelen bir şey, bekledikçe kendine geliyor. Dün bu bekleme süresi dolmadan saklama kabına alıp sahibine götürdüm, sonrasında bir daha görmedim. Ama duydum ki güzel olmuş, ellerime sağlıkmış.

O sizin güzelliğiniz...

Afiyet olsun :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder