1 Ocak 2012 Pazar

Çakma tavuk çorbası

Gerçi biraz önce "çakma arabaşı" demiştim ama, o zaman da şehriyeli tavuk çorbasına ayıboluyor... O bakımdan, buna "çakma tavuk" demeye karar verdim.

Şimdi şöyle, benim yemek uydurma olayım hep tembellikten çıkar. Canımın istediği şeyi yapmak için markete gitmem gerekiyodur ve ben gitmem. Yemek yapmak için evden çıkıp markete gidip geri geldiğimi hiç hatırlamıyorum - tabii evde yapacak hiçbir şey yoksa o ayrı :) Ama karıştırılabilecek bir şeyler varsa, yo dostum, beni evden kimse çıkaramaz.

Bugünkü maceramız, canımın arabaşı çekmesiyle başladı. Evde kemikli olmasa bile tavuk vardı, salça zaten yoksa eğer ben orada yaşamıyorum demektir... Ama un yoktu. Ki ben zaten çorbada unlu meyane sevmem, sadece arabaşı yaparken kullanmak için de gidip un alamam yani. (Meraklısına not: Evde fırınım yok, o yüzden un benim için gerçekten anlamsız.)

Bari şehriyeli tavuk yapayım dedim. Var onun malzemesi. Fakat ortaya şehriyeli arabaşı gibi bir şey çıktı. Enteresan.

Çekmek için çok uğraştım, ampul ışığında bu kadar oldu. :)
Şöyle yaptım:

Sonbahara girerken biberli domates saklamıştım, kavanozlayıp. Anlatacağım bilahare. İşte o domatesten iki yemek kaşığı kadar attım tencereye. Bu arada, burada kaşık maşık dediğime bakmayın, ben hiçbir şeyi ölçmem. Pilav hariç. (Bunun yerine bir adet domatesi soyup doğrasanız da olur.)

Sanırsam dolu bir tatlı kaşığını bulacak kadar biber salçası ekleyip karıştırdım. Biber salçasını tatlı alıyorum ben, ama kes-sinlikle Tamek filan almayın. Piyasadaki en güzel biber salçasını BİM satıyor, Yurt marka.

Tavuk, 3 parça ızgara tavalık vardı. Hep ondan alırım, göğüs kuru oluyor. Şöyle kabaca birkaç parçaya bölüp içine attım.

Ve işte, un yerine düşündüğümüz muhteşem (!) çözüm. Bir adet orta boylarda patatesi, küçük küçük doğrayıvedim hepsinin üstüne. 

Bu arada bu patates çözümü de tamamen doğaçlama. Geçenlerde de tarhana çorbası yapıyordum bu kez, kıvamlandıracak yoğurt yoktu. Buna karşın, patatesi hep fileyle sattıkları için, hayatta da bitiremeyeceğim kadar çok patatesim vardı. E madem patates koyayım o kıvamlandırsın dedim, güzel de oldu. Oradan yani. 

Üstüne suyunu da koyduk muyduuuu, kapağını asla tam kapatmadaaan, kaynamaya bırakıyoruz... O dediğim tarhana çorbasını ilk yaparken kapağını kapattım salak gibi, sanki bilmiyorum ne olacağını... Çorbanın tüm ocağa yayıldığı kalmamış, tarhana filan da hep dibine tutmuştu. Kötü günlerdi.

Kaynayınca tuzunu ekleyip altını da kısmak suretiyle uzun uzun haşlansın o. Tavuğun didiklenecek hale gelmesi lazım çünkü.

Ben herhande bi 45 dakika filan haşladım. Sonrasında ise... Şimdi siz isterseniz, yani taneli çorba seviyorsanız, patatesi başta gerçekten küçük doğrayıp sonra bunun derdine düşmezsiniz. Fakat ben biraz huysuzum, çorbadaki sebzenin tane tane olmasını sevmiyoum. O yüzden, absürd gelecek biliyorum ama olsun, tavukları tencereden bir tabağa aldım önce, sonra tencereye daldırdım blender'ı. Gerçi blender girince rengi bozuldu, ondan önce daha kırmızı daha güzel bir rengi vardı. Ama napim, patatesin öyle kalması hoşuma gitmiyor. Hem kıvam istiyorsak, o patetes "blend" edilecek. (Blend etmek ne ya.)

Çıkardığım tavukları didikledim bi güzel, geri koydum tencereye. 

Kaynattım tekrar. Kaynayınca da, ne kadar diyeyim, işte bir kahve fincanı kadar filan tel şehriye döküverdim.

Şehriyeler yumuşayıncaya kadar bi daha kaynatıp, ölümcül son darbeye hazırlandım...

Tereyağı, o yağın üzerine biber salçası, pul biber ve kara biber... Sonra, "ya bu sırf şehriyeli olsaydı nane de atacaktım, dur atayım yine de..." diyerek gezdirilen bir çimdik nane ve tavuğun olduğu her yerde mutlaka gereken kimyon...

Doldurduğum kaseye istediğim kadar limon...

Harbi diyorum çok güzel oldu. Yazın içilmez bak, o tavuk o yoğunluk bayar adamı. Yazın ayran çorbası içeceksin. 

Ama bu havaya, birebir. Uuu beybi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder